“Dünya; atmosferi ve okyanuslarıyla, kompleks biyosferiyle, uygun biçimde okside edilmiş kabuğuyla, zengin silisyum yataklarıyla, tortul veya katılaşım kayalarıyla, zengin buz yatakları, çölleri, ormanları, tundraları, otlak alanları, tatlı su gölleri, kömür ve petrol yatakları, yanardağları, hayvanları, bitkileri, manyetik alanı, okyanus dibi şekilleri ve hareketli mağmasıyla… hayranlık uyandıracak derecede kompleks bir sistemdir.”
Eğer Güneş Sistemi içinde
bir yolculuk yapacak olursanız, oldukça ilginç bir tablo ile
karşılaşırsınız. Yolculuğa sistemin en dışından başladığınızı
varsayalım. İlk karşılaşacağınız gezegen Pluton’dur. Bu küçük gök cismi,
oldukça “soğuk” bir yerdir. Yaklaşık – 238°C kadar!.. Bu dondurucu
soğukluk içinde gezegenin çok ince bir atmosferi vardır. Ancak atmosfer,
sadece, eliptik bir yörüngeye sahip olan gezegenin Güneş’e yakın olduğu
dönemlerde gaz halindedir. Diğer zamanlarda atmosfer bir buz kütlesi
haline döşünür. Kısaca Pluton, ölü bir buz yığınıdır.
Güneş
Sistemi’nin merkezine biraz daha ilerlediğinizde, Neptün’le
karşılaşırsınız. Bu gezegen de oldukça “soğuk”tur: Yüzey sıcaklığı
-218°C civarındadır. Hidrojen, helyum ve metan gazlarından oluşan
atmosferi insan için zehirlidir. Dahası gezegenin yüzeyinde, hızları
saatte 2000 km’ye varan korkunç fırtınalar eser.
Merkeze doğru biraz daha ilerleyince Uranüs’e varırsınız. Uranüs yapısında yüksek oranda kaya ve buz bulunduran bir “gaz gezegen”dir. Atmosfer sıcaklığı -214°C civarındadır. Hidrojen, helyum ve metan içeren atmosfer yaşama kesinlikle uygun değildir.
Yolculuğa devam ettiğinizde Satürn’e varırsınız. Güneş Sistemi’nin bu ikinci büyük gezegeni, etrafındaki halkalarla tanınır. Bu halkalar gaz, buz ve kaya parçalarından oluşmaktadır. Asıl ilginç olan Satürn’ün yapısıdır. Gezegen tam anlamıyla bir gaz gezegendir; kütlesi % 75 oranında hidrojen ve % 25 oranında helyumdan oluşur. Yoğunluğu suyun yoğunluğundan bile düşüktür. Bu nedenle, eğer Satürn’e bir uzay gemisi indirmek isterseniz, bunu yüzebilir bir “şişme bot” olarak tasarlamanız gerekir. Isı yine korkunç derecede düşüktür: -178°C.
Merkeze doğru biraz daha ilerleyince Uranüs’e varırsınız. Uranüs yapısında yüksek oranda kaya ve buz bulunduran bir “gaz gezegen”dir. Atmosfer sıcaklığı -214°C civarındadır. Hidrojen, helyum ve metan içeren atmosfer yaşama kesinlikle uygun değildir.
Yolculuğa devam ettiğinizde Satürn’e varırsınız. Güneş Sistemi’nin bu ikinci büyük gezegeni, etrafındaki halkalarla tanınır. Bu halkalar gaz, buz ve kaya parçalarından oluşmaktadır. Asıl ilginç olan Satürn’ün yapısıdır. Gezegen tam anlamıyla bir gaz gezegendir; kütlesi % 75 oranında hidrojen ve % 25 oranında helyumdan oluşur. Yoğunluğu suyun yoğunluğundan bile düşüktür. Bu nedenle, eğer Satürn’e bir uzay gemisi indirmek isterseniz, bunu yüzebilir bir “şişme bot” olarak tasarlamanız gerekir. Isı yine korkunç derecede düşüktür: -178°C.
Biraz daha ilerlediğinizde
Güneş Sistemi’nin en büyük gezegeni olan Jüpiter’e varırsınız. Kütlesi
Dünya’nın 318 katı olan Jüpiter de bir gaz gezegendir. Jüpiter
gezegeninin atmosferi, yüzeyi ve iç yapısı arasında ayrım yapmak güç
olduğundan “atmosfer sıcaklığı” gibi bir kavramı ifade etmek de aynı
oranda zordur. Ancak, gezegenin atmosferi sayılabilecek üst
kısımlarındaki ısı -143°C’dir. Jüpiter üzerinde bulunan büyük kırmızı
renkli lekenin varlığı, Dünya’daki gözlemciler tarafından yaklaşık 300
yıldır bilinmektedir. Bu kırmızı lekenin, içine iki Dünya alacak kadar
büyük olan bir fırtınadan başka birşey olmadığı ise çağımızda
anlaşılmıştır. Kısaca Jüpiter, üzerinde hiç kara parçası bulunmayan,
delici bir soğuğun hüküm sürdüğü, üzerinde yüzlerce yıl süren korkunç
fırtınaların yaşandığı, manyetik alanı ile her canlıyı anında öldürecek
korkunç, ürpertici bir gezegendir.
Jüpiter’den sonra Mars
gelir. Mars’ın atmosferi yoğun karbondioksit içeren zehirli bir
karışımdır. Gezegenin üzerinde hiç su yoktur. Yüzeyde büyük
göktaşlarının çarpmasıyla meydana gelen dev kraterler dikkat çeker. Çok
kuvvetli rüzgarlar ve aylarca süren kum fırtınaları hüküm sürer. Isı –
53°C civarındadır. Hakkında yapılan tüm spekülasyonlara rağmen, Mars ölü
bir gezegendir.
Mars’tan sonra karşımıza
çıkan mavi gezegeni şimdilik bir kenara bırakalım. Bir sonra varacağımız
gezegen Venüs’tür. Venüs’te, daha önce rastladığımız dondurucu
soğukların aksine, yakıcı bir sıcaklık hüküm sürer. Isı yüzeyde yaklaşık
450°C’ye kadar ulaşır. Bu, kurşunu bile eritmeye yetecek bir ısıdır.
Venüs’ün bir diğer korkunç özelliği, yoğun bir karbondioksit
tabakasından oluşan ağır atmosferidir. Atmosfer basıncı, yüzeyde 90
atmosferi bulur. Bu, Dünya’da denizin 1 km derinliğindeki basınca eş
değerdir. Venüs’ün atmosferinde ayrıca kilometrelerce kalınlığa sahip
sülfürik asit katmanları bulunmaktadır. Bu yüzden gezegene sürekli
öldürücü asit yağmurları yağar. Cehennemi andıran böyle bir ortamda,
hiçbir canlı yaşayamaz.
Hala Güneş’e doğru
ilerlemeye devam ederseniz, sistemin en başındaki Merkür gezegenine
ulaşırsınız. Merkür’ün en ilginç özelliği, kendi etrafında olağanüstü
derecede yavaş dönmesidir. Kendi etrafındaki dönüş hızı, neredeyse
Güneş’in etrafında yaptığı dönüş kadar yavaştır. Öyle ki Merkür Güneş
etrafında iki kez döndüğünde, kendi etrafında sadece üç kez dönmüş olur.
Yani iki yılı, üç gününe eşittir. Gece ile gündüzün bu kadar uzun
sürmesi, gezegenin bir yüzünü kızartırken, öteki yüzünü ise dondurur. Bu
nedenle gece ile gündüz arasındaki ısı farkı yaklaşık 1000°C’yi
bulmaktadır. Elbette böyle bir ortam, hiçbir canlıyı barındıramaz.
Kısacası, Güneş Sistemi’ndeki bilinen dokuz gezegenin sekizi (ve
bunların burada değinmediğimiz 53 uydusu) içinde, yaşama uygun tek bir
gök cismi yoktur. Her biri ölü ve sessiz birer madde yığınıdır.
Ancak az önce değinip
geçtiğimiz mavi gezegen, işte o diğerlerinden çok farklıdır. Çünkü
atmosferinden yeryüzü şekillerine, ısısından manyetik alanına,
elementlerinden Güneş’e olan mesafesine kadar, her türlü dengesiyle,
tamamen yaşam için özel olarak yaratılmıştır.
“ADAPTASYON” YANILGISINA KARŞI BİR UYARI
Üzerinde yaşadığımız Dünya
gezegeninin yaşam için özel olarak yaratıldığını ve tüm özelliklerinin
bu amaca göre düzenlendiğini detaylı inceleyeceğiz. Ancak bundan önce,
konunun doğru olarak anlaşılabilmesi için bir hatırlatma yapmakta yarar
var. Bu hatırlatma özellikle evrim teorisini bilimsel bir gerçek sanmaya
alışkın olan ve “adaptasyon” kavramına şiddetle inanan kişiler içindir.
Adaptasyon “uyum sağlama”
demektir. Tüm canlıların ortak bir atadan tesadüflerle türediklerini
savunan evrim teorisi ise, adaptasyon kavramını yoğun biçimde kullanır.
Evrimciler, canlıların içinde yaşadıkları ortamlara uyum sağlaya sağlaya
sonuçta yepyeni canlı türlerine dönüştükleri iddiasındadırlar. Bu iddia
tamamen geçersizdir. Canlıların doğal şartlara uyum sağlama
mekanizmalarının sadece belirli sınırlar içinde gerçekleştiğini ve asla
bir türü bir başka türe dönüştüremeyeceği konusundaki detaylı bilgileri
diğer sitelerimizde bulabilirsiniz. Aslında
adaptasyonla evrim kavramı Lamarck döneminin ilkel bilim anlayışının bir
kalıntısıdır ve çoktan bilimsel bulgular tarafından reddedilmiştir.( www.aldatmaca.com ,www.hayatingercekkokeni.com , www.evrimincokusu.com )
|
Venüs’ün yüzeyindeki ısı yaklaşık 450 C’ye kadar ulaşır. Bu sıcaklık, durşunu bile eritmeye yeter. |
Ancak bilimsel bir temeli
olmamasına rağmen, adaptasyon fikri çoğu kişiyi etkiler. Özellikle de
burada anlatacağımız konu açısından. Bu kişiler, kendilerine Dünya’nın
yaşam için özel bir gezegen olduğu anlatıldığında, hemen “bu tür bir
gezegenin şartlarında böyle bir yaşam çıkmış, başka gezegenlerde ise
başka türlü yaşamlar gelişebilir” gibi bir düşünceye kapılırlar. Örneğin
Dünya üzerinde bizim gibi insanlar yaşarken, Pluton gibi bir gezegenin
üzerinde de, -238°C derecede terleyen, oksijen yerine helyum soluyan ya
da su yerine sülfürik asit içen küçük yeşil adamların yaşayabileceğini
düşünürler. Hollywood stüdyolarında çevrilen ve bu hayali küçük yeşil
adamları resmeden birtakım bilim-kurgu filmleri de, bu kişilerin hayal
güçlerini fazlasıyla besler.
Oysa bu hayal gücünün
temelinde cehalet yatmaktadır. Nitekim biyoloji ve biyokimya hakkında
bilgisi olan evrimciler bu gibi fantezileri savunmazlar. Çünkü hayatın
sadece belirli elementlerle ve belirli şartlar sağlandığı takdirde var
olabileceğini gayet iyi bilirler. Küçük yeşil adamlar masalını
savunanlar, hemen her zaman için, evrim kavramına körü körüne inanan,
ama biyoloji ve biyokimya hakkında pek bir şey bilmeyen ve bu
bilgisizliğin verdiği cesaretle uydurma senaryolar üreten kişilerdir.
Bu nedenle, söz konusu
adaptasyon yanılgısını ortadan kaldırmak için belirtelim: Hayat sadece
belirli elementlerle ve belirli şartlar sağlandığı takdirde var
olabilir. Bilimsel gerçekliği olan yegane hayat modeli “karbon temelli
bir hayat”tır ve bilimadamları evrenin hiçbir noktasında başka tür bir
fiziksel hayatın olamayacağı sonucuna varmışlardır.
Karbon, periyodik tablodaki
altıncı elementtir. Bu atom Dünya üzerindeki yaşamın temelidir, çünkü
bütün temel organik moleküller (aminoasitler, proteinler, nükleik
asitler gibi) karbon atomunun diğer bazı atomlarla çeşitli şekillerde
birleşmesiyle oluşur. Karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi diğer
atomlarla birleşerek vücudumuzdaki milyonlarca farklı tür proteini
meydana getirir. Karbonun yerini tutabilecek başka bir element yoktur;
çünkü ilerleyen bölümlerde inceleyeceğimiz gibi, başka hiçbir element,
karbon gibi sınırsız türde bağ yapma özelliğine sahip değildir.
Dolayısıyla evrendeki herhangi bir gezegende hayat var olacaksa, bu mutlaka “karbon temelli” bir hayat olmak durumundadır. Michael Denton, Nature’s Destiny, s. 106
Karbon temelli yaşamın ise
değişmez bazı kuralları vardır. Örneğin karbon temelli organik
bileşikler (örneğin proteinler) sadece belirli bir ısı aralığında var
olabilirler. 120 °C’den yüksek ısılarda parçalanmaya, -20 °C’den düşük
ısılarda donmaya başlarlar. Sadece ısı değil, ışık, yerçekimi, atmosfer
bileşimi, manyetik güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir yaşama izin
verebilmeleri için çok dar ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları
gerekmektedir. Dünya, işte tam bu dar ve belirli çerçevedeki sınırlara
sahiptir. Eğer bu sınırların herhangi biri bozulsa, örneğin Dünya’nın
yüzey ısısı 120°C’yi aşsa, artık Dünya üzerinde yaşam olamaz.
Bu yüzden, ne Dünya’nın ne
de bir başka gezegenin üzerinde – 238°C derecede terleyen, oksijen
yerine helyum soluyan ya da su yerine sülfürik asit içen küçük yeşil
adamların yaşaması mümkün değildir. Hayat, ancak çok özel ve belirli
şartların yerine getirildiği bir ortamda var olabilir. Bir başka
deyişle, canlılar, ancak kendileri için özel olarak tasarlanmış bir
mekanda yaşayabilir.
Dünya, işte bu özel olarak tasarlanmış mekandır. www.evrenmucizesi.com
Dünya, işte bu özel olarak tasarlanmış mekandır. www.evrenmucizesi.com