8 Haziran 2012 Cuma

DAĞLAR, VOLKANİK FAALİYETLER, DEPREMLER DAĞLAR

“Dağları görürsün de, oysa onlar bulutların donmuş sanırsın; sürüklenmesi gibi sürüklenirler….”(Neml Suresi, 88)
Üzerinde yaşadığımız Dünya’daki tüm yer şekilleri, kusursuz güzellikte ve birbirinden hikmetli özelliklerle yaratılmıştır. Bu yer şekillerinden biri olan dağlar, görkemli görüntülerinin yanı sıra mucizevi özellikleriyle de bugün hala birçok araştırmaya konu olmaya devam ediyor.
Dağların 100 km. kalınlığındaki yer kabuğu ile manto tabakası üzerinde nasıl hareket edebildikleri ve çivi işlevi görerek yer katmanlarını nasıl sabitledikleri bu önemli araştırma konularından bazılarıdır.
1- DAĞLAR NASIL OLUŞTU?
Dünya üzerindeki yüzey şekillerinden biri olan dağlar, yerkabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelmiştir. İki yeryüzü tabakası çarpıştığı zaman daha dayanıklı olan tabaka diğer tabakanın altında kalır. Üstte kalan tabaka, kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Dağ kökü adı verilen ve altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek kimi zaman kendi boyunun 10-15 katı büyüklüğü kadar derin bir uzantı meydana getirir. Örneğin yüksekliği yaklaşık 9 km olan Everest Dağı’nın yeryüzüne saplanmış 125 km’den fazla kökü vardır.
2- ÇİVİ İŞLEVİ GÖREN DAĞLAR, YERYÜZÜ TABAKALARINI NASIL SABİTLİYOR? 
Bir dönem Amerikan Bilim Akademisi Başkanı olan Frank Press’in dünyada pek çok üniversitede okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir. (F. Press, R. Siever, Earth, New York: W. H. Freeman, 1986)
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\YENI MANZARA\Pictures\HDTV_lakelouise_1920x1080.jpg
Kuran ayetlerinde de, dağların bu işlevi, “kazık” benzetmesi yapılarak şöyle haber verilir: “Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık?” (Nebe Suresi, 6-7)
Yine bir başka ayette Allah, “Dağları dikip-oturttu” (Naziat Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir. Bu ayette geçen “ersayha” kelimesi “köklü kıldı, sabit yaptı, demirledi, yere çaktı” anlamlarına gelmektedir. Dağlar bu özellikleri sayesinde yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinlerler. Bu şekilde, yer kabuğunu sabitleyerek kendi tabakaları arasında kaymasını engellemiş olurlar. Bu özellikleriyle dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz.
3- DAĞLAR YERYÜZÜ TABAKALARINI SABİTLEMESEYDİ…
Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün dış katmanı derin faylarla kırılmıştır ve parçalanmış plakalar, erimiş magma üzerinde yüzmektedir. Eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, Dünya’nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar hareket halinde olacaklardı. Bu durumda yeryüzünde toprak birikemez, toprakta su depolanamaz, hiçbir bitki filizlenemez, hiçbir yol, ev inşa edilemezdi; kısacası Dünya üzerinde canlı yaşamı mümkün olmazdı. Ancak Allah’ın bir rahmeti olarak, dağlar, kıtasal kütleleri okyanus tabakalarına doğru tutmakta ve onların hareketini durdurmaktadır. Allah bir ayette dağların bu özelliğini şöyle haber vermektedir:
“… Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı…”(Lokman Suresi, 10)
4- 100 KM. KALINLIĞINDAKİ YER KABUĞU MANTO TABAKASI ÜZERİNDE NASIL SÜRÜKLENİYOR? 
Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alman bir bilim adamı olan Alfred Wegener yeryüzündeki kıtaların Dünya’nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştür. Ancak jeologlar, Wegener’in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980′li yıllarda anlayabilmişlerdir. Bir ayette dağların sabit olmadığı, sürekli hareket halinde bulunduğu şöyle bildirilmektedir:
“Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler…”(Neml Suresi, 88)
Yer kabuğunun Kuran’da bildirilen bu hareketi, bilimsel kaynaklarda ise şöyle açıklanmaktadır:
“Yer kabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km kalınlığındaki Dünya yüzeyi “tabaka” adı verilen parçalardan oluşmuştur. Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır. “Tabaka tektoniği” denen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya üzerinde hareket ederler. Bu kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir.” (Carolyn Sheets, Robert Gardner, Samuel F. Howe; General Science, Allyn and Bacon Inc. Newton, Massachusetts, 1985, s.305)
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Dağların hareketi Kuran’da “sürüklenme” ifadesi ile haber verilmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de “continental drift” yani “kıtasal sürüklenme”dir.
Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda dağların keşfedilen bu hayati işlevini, Allah bundan 1400 yıl önce indirmiş olduğu Kuran ile insanlara bildirmiştir. Bilimin 20. yüzyılda keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, evren ve doğa hakkındaki görüşlerin, hurafe, batıl inanç ve efsanelere dayandığı 7. yüzyılda, Kuran’da haber veriliyor olması şüphesiz büyük bir mucizedir. Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunun da çok önemli bir delilidir. Yüce Allah, Kuran’da şöyle bildirmektedir:
“Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve Kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.”(Yunus Suresi, 37)
KITALAR YILDA BİRKAÇ SANTİMETRE YER DEĞİŞTİRİYOR
Alfred Wegener’in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan’ı kapsayan Gondwana idi. İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistansız Asya’dan oluşan Laurasia idi. Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar. İşte Pangaea’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.
YERYÜZÜNDEKİ ÜSTÜN YARATILIŞ ÖRNEĞİ: VOLKANİK FAALİYETLER
Korkunç bir yer sarsıntısı, gün ışığını tamamen kesen duman ve kül bulutu, canlıları öldüren çok zehirli gazlar, demiri eritecek kadar yüksek bir ısı ve gökyüzünden yere düşen erimiş haldeki kayalar…
Bir yanardağ patladığında tüm bunlara tanık olabilirsiniz. Binlerce yıldır her yanardağ patladığında yaşanan bu olağanüstü olaylar insanlar için büyük bir korku kaynağı olmuştur.
İnsanlar yanardağlardan korkarlar; çünkü, ölüm ile eş anlamlıdır. Volkanlardan çıkan karbondioksit, karbonmonoksit, metan, amonyak, hidrojen sülfür, kükürtdioksit gibi zehirli gazlar, karanlık, havasız ortam, kaynayan ateş kazanlarına benzeyen yanardağ ağızları adeta cehennemin yeryüzündeki canlandırması gibidir. Allah, dünyadaki her şey gibi volkanları da bir ilim ve hikmet üzerine yaratmıştır.
VERİMLİ TARIM TOPRAKLARININ OLUŞMASI
Yanardağlardan fışkıran magma yerkürenin derinliklerinden çıktığında çok sıcak kıvamlı bir akışkan halindedir. Yeryüzüne ulaştığında soğuyarak katılaşmaya başlar. Katılaşma sonunda magmanın yapısı başkalaşım geçirerek değişir ve kayaç olarak adlandırılan taşlaşmalar ortaya çıkar. Kayaçlar zamanla rüzgar, yağış, donma ve çözünmenin aşındırma etkisi ile parçalanarak toprak haline dönüşür. Bu topraklar mineral bakımından oldukça zengindir.
http://www.kuyajohns.com/images/mayon_volcano_9_1184_0o6u.jpg
Volkanik püskürmelerin yakınlarında oluşan topraklarda selenyum fazla miktarda bulunur. Besin döngüsü içersinde topraktan bitkilere, bitkiler aracılığı ile de insan ve hayvanlara geçen selenyum çok önemli bir elementtir. Selenyum eksikliği olan organizmalarda pek çok olumsuz etki görülür:
“Büyük ve küçükbaş hayvanlarda kas ağarması hastalığı, karaciğer sirozu, sinir sistemi fonksiyonlarının değişimi, gözün görmemesi (körlük) gibi hastalıklar ortaya çıkar, hayvanların kemiklerinde, tüylerinde değişiklikler meydana gelir, kuşlarda yumurtlama azalması olur.” (Halilova H. Sözüdoğruok S. Selenyum Elementinin Biyojeokimyası, Tarım Ve Köy Dergisi Sayı:134 Temmuz-Ağustos 2000)
Sonuç olarak denebilir ki volkanik olaylar besin maddesi yönünden zengin topraklar oluşturur. Aktif bir volkan olan Napoli’deki Vezüv yanardağı ve çevresindeki tarıma elverişli alanlar bunun en tipik örneklerindendir.
DEĞERLİ TAŞLAR VE MADENLER
Volkanik faaliyetler yeryüzünde birçok madenin ve değerli taşın oluşmasındaki başlıca nedendir. İşte bunlardan birkaçı:
Volkanik oluşum gösteren bölgeler ile bu bölgelerden taşınan tortulların bulunduğu sahalarda rastlanan ve elektrik-elektronik sanayinde yararlanılan bakır,
Volkanik kayaların içinde, çok yüksek basınç ve sıcaklıkta saf karbonun kristalleşmesinden oluşanelmas,
Asitik magmatik kayaçlara ve karbonatitlere bağlı olarak oluşan, demir-çelik,
Kimya, seramik ve cam sanayinin önemli bir maddesi olan fluorit,
Dekoratif taş endüstrisinde yararlanılan granit,
Petrol ve yer altı suyu sondaj işinde, sabun, yağ ve şeker arıtma işlerinde kullanılan bentonit,
İnşaat ve izolasyon işlerinde faydalanılan pomza taşı.
ALTERNATİF ENERJİ KAYNAĞI VE KAPLICALAR
Dünyadaki enerji gereksiniminin büyük kısmı kömür ve petrol gibi fosil yakıtlar ile karşılanmaktadır. Bunun yanında akarsulardan elde edilen hidrolik enerji de yaygın olarak kullanılır. Ancak akarsuların kullanımı ve paylaşımındaki sorunlar ile fosil yakıtların kısa bir süre sonra tükenme tehlikesi insanları yeni enerji kaynakları bulmaya yöneltmiştir. Bu nedenle volkanik faaliyetlerle ilgili olan jeotermal enerji alternatif bir enerji kaynağı olarak oldukça önem kazanmıştır. Üstelik fosil yakıtların aksine, yağışlarda ve yeraltı su kaynaklarının beslenmesinde önemli bir kesinti olmadıkça jeotermal kaynakların tükenmesi söz konusu değildir.
Kaplıcalar, volkanik bölgelerde fay kaynakları boyunca çıkan ve sıcaklığı 2000C üzerinde olan şifalı sulardır. Gerek kaplıca suları gerekse kaplıca çıkışlarındaki sıcak çamurlarda belli esaslara göre yapılan kürler sayesinde, romatizma-siyatik, lumbago, kırık-çıkık, kadın hastalıkları ve cilt rahatsızlıkları, vücut ve beyin yorgunluğu, stres ve sinirsel gerginlik gibi hastalıklar tedavi edilmektedir.
Buraya kadar hikmetini çözebildiğimiz ve ilmini kavrayabildiğimiz sadece birkaç özellik bile Yüce Allah’ın yaratışındaki üstün aklını bizlere sergilemektedir. Ancak üzerinde dikkatle durulması gereken bir başka nokta daha vardır ki bu da Rabbimiz’in her olayı bir denge ve belirli bir ölçü ile yaratmış olmasıdır.
VOLKANİK FAALİYETLERDEKİ HASSAS DENGE
Yeryüzündeki volkanik faaliyetler olmasaydı ne olurdu? Her şeyden önce mineral bakımından zengin olan magma yeryüzüne çıkmadığından, değerli taşlar ve madenler yer altında gizli kalacaktı. Bugün günlük hayatta ve sanayide yararlandığımız madenlerin birçoğu var olmayacaktı.
Aynı biçimde içinde çeşitli mineral maddeler bulunan sıcak sular ve kaplıcalar olmayacak bu suların şifa ve enerji kaynağı özelliklerinden habersiz yaşayacaktık. 
Topraklar mineral bakımından zayıf olacak ve temel besin kaynağımız olan bitkilerden yeterince faydalanmamız mümkün olmayacaktı. 
Hepsinden önemlisi atmosferdeki gazların oranı şimdikinden farklı olacaktı. Oksijenin oranı artacak ve dünya bizim için yaşanmaz bir yer olabilecekti. Belki de dünyamız volkanik patlamaların olmadığı gezegenlerdeki gibi atmosferden yoksun, hiçbir yüzey şeklinin olmadığı ıssız ölü bir gezegen olarak kalacaktı. 
Şimdi de volkanik faaliyetlerin sürekli olduğu bir dünya düşünün. Acaba böyle bir durumda gezegenimiz nasıl olurdu? Cevap kısa ve nettir: “Böyle bir gezegende yaşam asla varolmazdı”. 
Kızgın lavlar dünyanın her yerini kaplayacak, önüne gelen tüm canlıları yakıp kül edecekti… Yanardağlardan çıkan zehirli gazlar oksijen oranının düşürecek ve atmosfer canlılar için yaşam kaynağı olmaktan çıkacaktı ve ilk aldığımız nefeste zehirlenip ölecektik. Sürekli lav püskürmeleri ve magma akıntıları tüm bitkileri yok edecek yeryüzünün yeşil örtüsünü kaldıracaktı. Patlama esnasında çıkan gazlar ve küller iklimi değiştirecekti. 
“14 Haziran 1991 günü Filipinlerde Pinatubo yanardağı püskürmüş, stratosfere milyonlarca ton toz, su buharı ve gaz verilmiş, su buharı ve kükürt birleşerek sülfürik asit durumuna dönüşmüş, bu durum güneş ışınlarının bir bölümünün dünyaya ulaşmasını engelleyerek, kış mevsiminin aşırı soğuk, yaz mevsiminin serin geçmesine neden olmuştu. Benzer bir olayda, 1815 yılında Endonezya’da Tambora Yanardağı’nın patlaması ile yaşanmıştı. Hatta bu olay 1816 yılında Endonezya’dan binlerce km. uzaklıktaki Kuzey Amerika’da New England’da yaz ortasında kar yağmasına neden olmuştur.” (Güney E., Jeoloji, Jeomorfoloji Sözlüğü, s.533, 1994) 
Yanardağ faaliyetleri yeryüzünde sürekli depremlere neden olacak ve dünya canlılar için güvenli bir yer olmaktan çıkacaktı. Depremler nedeniyle yeryüzü şekilleri ve atmosferin yapısı devamlı değişecek dolayısıyla yaşama uygun ılımlı iklimlerin oluşması imkansız olacaktı. 
Allah, dünyadaki herşey gibi volkanları da üstün bir düzen ve hassas bir denge üzerinde, “tam ve uygun şartlar” altında yaratmıştır. 
İnsanın görevi de Allah’ın bu üstün yaratışını görmek ve O’nun ayetlerini bilmektir. Böylece, kendisini ve tüm diğer varlıkların Yaratıcısı’nı tanıyacak, O’na yakınlaşacak, varlığının ve hayatının anlamını çözecek ve kurtuluşa ulaşacaktır. 
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün artarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru’. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
DEPREMLER
http://www.jenningsk12.net/WE/peimann/Science/Earth%20Movements/earthquake.jpg
Doğa olayları içinde en zarar verici etkiye sahip olan ve insanları en çok tehdit edenlerden biri depremlerdir. İstatistiklere göre dünya üzerinde yaklaşık iki dakikada bir deprem olmaktadır. Depremler, insana bu dünya üzerindeki yaşamının gerçekte pamuk ipliğine bağlı olduğunu hatırlatmaktadır.  Kuran’da da insanlar karşılaşabilecekleri felaketler konusunda uyarılmaktadırlar:
Artık ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’, Allah’ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? Ya da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden? Ki onlar (bu konuda Allah’ı) aciz bırakacak değildirler. Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)? Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 45-47)
Kuran’da kendilerini doğru yola davetine karşılık, Hz. Lut’u tehdit eden, onu sürgün etmek isteyen kavminin helak edilmesinden söz edilmektedir:
“Böylece emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık; Rabbinin katında ‘belli bir biçime sokulmuş, damgalanmış’ olarak. Bunlar zalimlerden uzak değildir.” (Hud Suresi, 82–83)
KURAN’DAN İŞARETLER
Dünyada 550′si yer üstünde ve diğerleri deniz dibinde olmak üzere 1500 kadar aktif yanardağ bulunmaktadır. Bunlardan herhangi birinin, herhangi bir zamanda harekete geçmesi son derece kolaydır. Bir yanardağ harekete geçtiğinde, kısa bir süre içinde bulunduğu bölgenin tümünü etkisi altına alabilir. Hiçbir teknoloji de bunu engellemeye güç yetiremez.
C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\KİTAPLAR\QURAN\holy-quran.jpgİnsanların deprem, sel gibi afetlere karşı tedbir alması, oldukça doğal bir davranıştır. Alınan tedbirler,fiili birer dua anlamındadır.  Fakat sadece tedbirlere güvenerek, Allah’ın takdirine karşı gelmek hata olur. Tarih, Kuran’da da bize bildirildiği gibi, aldıkları tedbirlere güvenen ve Allah’ı unutarak,  gücün kendilerinde olduğunu zanneden kavimlerle doludur;
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından daha üstündüler. Fakat kazandıkları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı. (Mümin-82)
Ayetlerde söz edilen bu toplumlar, gücün kendilerine ait olduğunu düşünmüşler ve yaptıkları o sağlam binaların yıkılmayacağını zannetmişlerdir. Fakat sonuçta,  yaptıkları şeyler kendilerine bir fayda sağlayamamıştır.
Volkanlar, tarihte oldukça büyük izler bırakmışlardır. Geçmişte var olan şehirleri haritadan silmiş, toplumları yok etmişlerdir. Roma İmparatorluğu’nun dejenerasyonunun sembolü olan Pompei de,  helak edilmiş kavimlerdendi. Vezüv yanardağı, koca bir kenti haritadan silmişti. Allah’ın kurallarına aykırı giden, O’na başkaldıran herkes, aynı sonla karşılık görür. Allah’ın kanunlarında hiçbir değişiklik yoktur:
…Onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını arttırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)
Sefahat ve sapkınlık içinde yaşayan bu halk, Kuran’da da haber verildiği gibi bir anda yok olmuştur. Kendilerine gelen ölümden kaçamamış, kimi yemek yerken kimi yatarken yakalanmıştır. Pompei kalıntılarındaki taşlaşmış insan cesetlerinin, bazılarının yüzleri hiç bozulmadan kalmıştır. Genelde yüzlerinde bir şaşkınlık ifadesi vardır. Bu cesetlerin ibret olarak günümüze kadar bozulmadan kalması da oldukça mucizevi bir olaydır:
Derken, tan yerinin ağarma vaktine girdiklerinde onları (o korkunç ve dayanılmaz) çığlık yakalayıverdi. Anında (yurtlarının) üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık. Elbette bunda ‘derin bir kavrayışa sahip olanlar’ için gerçekten ayetler vardır. O (şehir de) gerçekten bir yol üstünde (hâlâ) durmaktadır. (Hicr Suresi, 73-76)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder